FOTOĞRAFTA IŞIK VE GÖLGE
Gözümüz, cisimlerden yansıyan ışık vasıtasıyla dış dünyayı görür ve algılar. Cisimlere özgü renk, doku, hacim gibi özelliklerin tümünü ışık yardımıyla fark ediyoruz. Dijital fotoğraf makinelerindeki sensörlerde bulunan elektronik algılayıcılar da yaklaşık olarak aynı mantıkla çalışır. Pozlama süresinde bu ışınların sensöre yansıması sonucu makinenin belleğine görüntü kaydolur. Buna benzer bir kayıt, bizim göz ve beyin yapımızda da mevcuttur.
Fotoğraf çalışmalarında kullanılan iki temel ışık kaynağı vardır. Bunlardan ilki doğal gün ışığıdır. Diğeri ise yapay ışıklardır. Gün ışığı, fotoğrafçıyı kendine bağlayan, deyim yerindeyse kaprisli bir ışık kaynağı iken, stüdyo ışıkları tamamen fotoğrafçının iradesine bağlıdırlar.
Fotoğraf, Photo (Işık) ve Graphy (Çizgi) sözcüklerinin birleşiminden doğan bir sözcüktür. Toparlayacak olursak “Işık çizgisi” gibi bir ifade çıkıyor. Yani fotoğraf, yapısı itibarıyla ışıkla doğrudan bağlantılıdır. Buradan, bir fotoğrafta görünen ne varsa ışığın ürünü olduğu düşüncesi ve sonucuna varıyoruz. İster doğal ister yapay olsun, işimiz ışıkla…
Gün Işığı (Doğal Işık)
Gün ışığından kastımız; Samanyolu Galaksisi'nde dönüp duran dünyamızı ışıtan biricik ışık ve yaşam kaynağımız olan güneş ışığıdır elbette. Gün ışığında fotoğraf çekmenin tarihi, fotoğrafın tarihine dayanır. Hatta daha da öncesine. Fransız Bilimler Akademisi tarafından1839 yılındaki resmi duyurusunun çok öncesinde, (M.S X. yy.) Camera obscura adlı kutu içindeki görüntüleme tekniklerinde doğaldır ki gün ışığından yararlanılmıştır. Sonrasında geliştirilen görüntüleme tekniklerinde de gün ışığı hakimdir.
Fotoğrafçı, eğer çalışmalarını gün ışığından yararlanarak yapacaksa, günün saatlerini, ışığın, yani güneşin yönünü dikkate almak zorundadır. Dikkate alınması gereken bir başka konu da, ışığın durumuna göre makinede yapılacak olan beyaz ayarıdır. Zira öğlen saatlerindeki çekimin beyaz ayarı ile akşam saatlerinde yapılacak beyaz ayarı farklıdır. Şöyle ki: Öğlen veya öğleden sonra yapılan çekimlerde Güneş Işığı Modu ya da Otomatik Beyaz Ayarı Modu kullanılabilirken, günbatımı saatlerinde Bulut Modu’nda çekim yapılması uygun olacaktır. Aslında öğlen saatlerinde açık havada çekim yapmak pek uygun değildir. Zira bulutsuz bir günde gelen gün ışığı serttir, kontrastı yüksektir. Öğlen saatlerinde bu kontrast daha da artar. Bu saatlerde güneş ışınları tepeden geleceği için portre çekimlerinde göz çukurları, burun ve boyun altında koşu gölgeler oluşur. Bu da, kabul edilmelidir ki hoş bir görüntü değildir. Bu saatlerde fotoğraf çekmek zorunlu ise dolgu flaşı kullanılması iyi olur. Dahili veya tepe flaşı kıllanılarak yapılacak çekimlerde bu gölgeler zayıflayacak hatta kaybolacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken şey flaşın gücüdür. Eğer flaşın gücü gün ışığından daha kuvvetli olursa doğal olmayan aşırı parlak bir fotoğraf elde edersiniz. Flaş ışığının gölgeleri yumuşatmasını sağlayacak kadar olması yeterlidir. Yani flaş ışığının bir dolgu görevi yapmasıdır söz konusu olan. Bu nedenle, flaş gücü iyi ayarlanmalıdır.
Yapay Işık
Yapay ışık olarak tarif edebileceğimiz üç ana öge var. Bunlardan ilki: Bazı dijital makinelerde bulunan sabit flaşlarla, haricen kullanılan tepe flaşlarıdır. İkincisi: Stüdyolarda kullanılan paraflaşlar, sürekli ışıklar vb.’dir. Bir diğer yapay ışık kaynağı da iç mekânların aydınlatılmasında kullanılan ışıklardır. Bu ışıklar fotoğrafçının en çok zorlandığı aydınlatma türüdür. Otel, fabrika, okul, atölye vb. ortamlarda birbirinden farklı ışık kaynakları bulunabilir. Sadece fluoresan ampullerde birçok çeşit bulunduğunu dikkate alacak olursak, bu ışık kaynakları altında ne kadar dikkatli olmamız gerektiği daha iyi anlaşılır. Peki bu kadar dikkate almamız gereken şeyler nedir?
İlk olarak beyaz ayarı tabii ki. İkinci olarak, iç mekânlarda ışığın yetersizliği söz konusu olduğu için, bir tripod kullanmaktır. Tripod yoksa ve çekimi elde yapıyorsanız, yapılacak şey, ISO ayarlarının yükseltilmesidir. Zira düşük ışık ortamında elde yapılacak çekimlerde 100 ISO'da yapılacak çekimlerde enstantane hızınızı düşürmek zorundasınız. Bu,flu bir sonuç doğururur. Enstantanenin hızlanması için ISO ayarlarınızın da artması (En az 400 ISO) gerekir. Bu da biraz gren, nois sorununa neden olur. Bu ortamlarda ticari ve önemli çekimler söz konusu ise, ISO ayarlarını yükseltmeden, mutlaka tripod kullanmalısınız.
İş alanlarda yapılan çekimlerde farklı tür ampullerin karma ışığı ile karşılaşabilirsiniz. Bu durumda bir el pozometresi çok işe yarayacaktır. Ya da flaş ışığı ile orktam ışığı bertarraf edilebilir. Fotoğraf makinelerinde birçok beyaz ayarı seçeneği bulunur. Ortam ışığına dikkatli bakarak makinenizde bulunan seçenekleri kullanın ve denemeler yapın. Makinenizin LCD ekranını açarak bu beyaz ayarlarını tet tek deneyin. Her birinde farklı renk hakimiyeti oluştuğunu göreceksiniz. Kapalı mekânlarda yapılan çekimlerin butlaka RAW formatında yapılması gerektiğini anımsatayım. Zira bu formatta yapılan çekimlerde olası yanlış beyaz ayarı ve/veya pozlandırmalarda, Photoshop'ta RAW'da açılan görsellerinize isteoiğiniz gibi müdahale etme avantajınız var.
Stüdyo ışıkları uzun çalışmalar sonucu edinilen deneyimlerin sonucunda fotoğrafçıya rahat bir çalışma olanağı verir. Çünkü gün ışığı gibi değişkenlik özelliği yoktur. Bu bağlamda; ışığın dozu, yönü ve adedi gibi tercihler tamamen fotoğrafçının inisiyatifindedir.
Stüdyolarda kullanılan ışıkların kalitesi son derece önemlidir. Gün ışığı, saatere göre değişse de 5500-5600 Kelvin değerindedir. Yapay ışıkların da bu Kelvin değerlerini taşıması gerekir. Aksi durumda beyaz dengesinde önemli sorunlar yaşanır. Bu da doğal olmayan, çiğ renklerin hakim olduğu bir sonuca neden olur. Stüdyo dışında, dış mekânlarda yapay ışık altında yapılan çekimlerde dikkate alınması gereken önemli bir konu var. Son zamanlarda aydınlatma teknolojisinde çok farklı ampul türleri geliştirildi. Yalnız flüoresan ampullerde bile birçok seçenek mevcut. Sarı ışık veren tungsten ışıklar da iç mekânlarda kullanılan aydınlatma araçlarıdır. Bir diğer ışık türü de, çoğu beyaz ışık veren tasarruflu ampullerdir. Bunların her birinin farklı renk sıcaklıkları var. Durum böyle olunca, bu ortamlardaki çekimlerimizde oldukça hassas bir beyaz ayarı yapmamız gerekir. Neyse ki günümüzün dijital makineleri bunun için birçok beyaz ayarı seçeneklerine sahip. Görüldüğü üzere, fotoğraf tekniğinin temeli ışığa dayanıyor. Bir fotoğraf makinesi ne kadar üstün bir kaliteye sahip olursa olsun, ışık olmadan hiçbir şey yapamaz. Yalnız fotoğrafın değil, insan gözünün de görüşünü sağlayan en temel unsurdur ışık (Karanlıkta görme yetenekleri olan hayvanlar, insanlardan böylesi bir önemli farka ve avantaja sahiptir). Sonuç olarak, insan gözü de ne kadar mükemmel olursa olsun, ışık yoksa görüntü de yoktur. Görüntü yoksa gölge de yoktur. Gölge, resim gibi fotoğraf da iki boyutlu bir çalışmadır. İnsan gözü nesneleri en, boy ve derinlik özellikleriyle; üç boyutlu olarak görür. Oysa fotoğraf en ve boydan oluşan iki boyutlu bir yüzeyden ibarettir. Fotoğrafa üçüncü boyut etkisini vermek için gölgeden yararlanmamız gerekmektedir.
Gölge, herhangi bir ışık kaynağının cisimler üzerinde oluşturduğu düşey-yatay yansımalardır. Neredeyse ışık kadar sanatsal alanda önemli bir yer tutar. Işığın varlığını gölgeler sayesinde (Saye, gölge demektir) fark ederiz. Başta resim ve fotoğraf olmak üzere tüm görsel sanatlarda kullanılır. Sinemanın da önemli bir malzemesidir gölge (Burada Karagöz gibi gölge oyunlarını da unutmamak gerekir).
Işık, fotoğraf çekimlerinin ana kaynağı iken, gölge fotoğrafçının, bazı aparat ve ürünlerin yardımıyla yoğunluğu üzerinde oynayabileceği bir hamur gibidir. Özellikle yapay ışık altında ürün ve natürmort çekimlerinde bu oyun oldukça keyifli ve eğlencelidir. Öte yandan yaratıcı fotoğraf denemelerinde de gölge vaz geçilmez bir görsel oyuncaktır adeta.
Bulutlu Havada Gölge Sorunu
Bulutlu, kapalı havalarda gölgeler zayıflar. Gökyüzünü kaplana gri bulutlar, ışığı difüze eder (Yayar, dağıtır). Bu da kontrast derecesinin düşmesine neden olur. Yeri gelmişken belirtelim, fotoğrafta kontrast, aydınlık ve karanlık bölgelerin sertlik-zıtlık derecesiyle belirlenir. Bu zıtlık arttıkça siyah-beyaz, açık-koyu tonların belirginliği de artar. Aslında burada olan; ışıklı ve gölgeli bölümlerin sertlik-koyuluk derecesidir.
Bulutlu bir havada gölgelerin azalması, kontrastın düşmesini de beraberinde getiriyor. Resimde “Chirascuro tekniği”, koyu ve açık tonların birlikte kullanılmasıdır. Yani aydınlık ve gölgeli alanlardır bunlar. Rönesans Sanatı’nda ve sonrasında yapılan portre çalışmalarında bu tekniği ustaca kullanan birçok sanatçı vardır. Leonardo da Vinci’den Rembrandt’a kadar birçok örnek saymak mümkün. Bu sanatçılar ışığı ve gölgeyi tuval üzerinde el marifetiyle yaparken, fotoğrafçılar, kullandıkları ışığın yönünü, dozunu ve şiddetini fiziki olarak ayarlamak zorundadırlar.
Bulutlu havalarda kontrastın düşmesinin asıl nedeni, cisimler üzerindeki eğik, çukur, derin bölgelerdeki gölgenin zayıflaması veya yok olmasıdır. Bir cismin sahip olduğu dokuyu bizim gözümüz ancak ışığın sağladığı gölge ve kontrast sayesinde görebilir. Düz ve parlak bir zeminde gölge yoktur. Işık cisimlerinden üzerinden geçerken, o cisimde bir doku varsa, dokunun derenliklerinde gölgeler oluşturur. Biz de dokunun türü, rengi hakkında bilgi sahibi oluruz. Bulutlu ve kapalı havalarda güneş ışınları zayıflayıp dağıldığı için, cisimlerdeki doku duygusu da azalır. Bunu, evde veya stüdyoda uygulayacağınız bazı denemelerle de görebilirsiniz. Önünde hiçbir filtre olmayan sürekli ışıkla çektiğiniz bir ürünün gölgeleri sert olacaktır. Eğer aynı çekimi bir softbox ile yaparsanız, gölgelerin azalacağını görececeksiniz. Temel işlevi ışığı difüze etmek olan softboxlar, güneş ışığını süzen ve dağıtan bulutların yaptığı işi yapar.
Bulutlu havalarda fotoğraf çekme konusunu daha ayrıntılı olarak ayrı bir blog sayfasında işleyeceğiz.
Yorum Yapın